Avrupa’da gezdiğim seyahat noktalarına bir yenisi olan Lizbon’u eklemiş bulunmaktayım ve vakit kaybetmeden, bilgiler taze iken burayla ilgili notlarımı aktarmak istedim. Portekiz’in başkenti olan Lizbon, sahip olduğu Akdeniz sıcaklığıyla, Avrupa kıtasının en batı noktası oluşuyla, coğrafyası itibariyle özellikle İstanbul ile olan benzerlikleriyle daha ilk dakikadan itibaren ilgi çekici olmayı başarıyor. Ben şehirde gezmek amaçlı olarak 3 gün geçirdim fakat eminim ki 3 günden fazla kalanlar için daha yapılacak bir çok aktivite kalacaktır. Şimdi Lizbon’u merak edenler için biraz buradan bahsedelim…
Şehrin gerçek anlamda 5 ana bölgesi var diyebiliriz. Aşağıdaki haritadan da görebileceğiniz üzere şehri Merkez, Belem, Alfama, Sintra ve Cascais olarak beşe bölebiliriz. Bu bölgelerden ve bölgelerdeki aktivitelerden bahsedeyim biraz.
Merkez Bölge
Bairro Alto, Commercio Meydanı, Rua Augusto gibi ismini sık duyduğunuz lokasyonların tamamı bu bölge içerisinde diyebilirim. Lokasyonlar birbirine gerçekten çok yakın. Bölge içerisinde bir metro istasyonundan çıktıktan sonra hemen hemen buradaki her noktaya yürüyebilirsiniz. Tabi bazen Lizbon yokuşlarına denk geleceksiniz, hazırlıklı olun.
Praça do Commercio
Lizbon’u gezmek için başlangıç noktası olarak Praça do Commercio seçilebilir. Bu bölge, merkezin denize ( okyanusa, nehire, … hepsi aynı şey :) ) bakan kıyılarının bir tanesi. Çok büyük bir meydan burası. Bol bol resim çekinebilirsiniz. Suyun hemen başladığı bölgede ufak bir iki tane sahil de bulunuyor. Buradan 25 Nisan Köprüsü ve karşı yakadaki İsa Heykeli’ni görebilirsiniz. Meydanın nehre zıt tarafında ise, nerdeyse her avrupa şehrinde denk geldiğim zafer anıtlarından bir tanesi bulunuyor. Paris ve Barcelona’daki anıtlara benziyor bu yapı da. Bu kapının hemen girişinde ise Lizbon’un en meşhur caddelerinden Rua Augusto var.
Rua Augusto
Şehrin en meşhur kapalı caddesi diyebiliriz burası için; İstiklal Caddesi’ni andırıyor. Oldukça turistik ve araç trafiğine kapalı bir cadde. Ortasında sokakta bulunan restoranlar, sağında ve solunda bir çok hediyelik eşya dükkanı, mağazalar bulmak mümkün. Barcelona’yı gezenler için buraya daha az kalabalık bir Las Ramblas diyebiliriz sanırım. Sokak ortalarında gece gündüz fütursuzca gezen ve dibinize dibinize sokulan uyuşturucu satıcılarına kadar benziyor Las Ramblas’ya. Ama gezin görün burayı, güzel baya. Tavsiyem, cadde üzerindeki turist tuzağı restoranlar yerine buranın birer paralelinde bulunan ara sokaklardaki restoranlar. Örneğin bir tanesine girdik ve kişi başı 15-16€ civarına rahat rahat doyduk.
Bairro Alto Bölgesi
Bu bölgeye Rossio ya da Baixa-Chiado metro istasyonlarından bu bölgeye ulaşabilirsiniz. Rossio Meydanı civarında gezip etrafındaki kafelerde oturabilirsiniz. Gerçek bir Lizbon gezintisi yaşamak istiyorsanız uğramanız gereken yer kesinlikle Bairro Alto bölgesi. Burası daracık sokaklardan oluşan, bir çok yokuşa sahip, eski, o meşhur deprem zamanlarından kalma yapılara sahip çok hoş bir bölge. Şehirn kalbi, akşamları özellikle belli bir saatten sonra burada atıyor. Ufak restoranlar, barlar, şarap evleri ve kafeler var. Oldukça canlı bir bölge.
Rossio Meydanı
Rossio metro durağının bulunduğu bölge. Şehrin merkezi noktalarından. Meydan olarak çok bir özelliği yok fakat etrafında kafeler falan var. Gittiğinizde buraya farkında bile olmadan bir kaç kez uğrayacaksınız.
Santa Justa Asansörü
Lizbon, gerçekten de fazlaca yokuşa sahip bir şehir. Kuşbakışı yakın gibi görünen noktalar arası seyahat bu nedenle çok yorucu olabiliyor. O derece yokuşlu ki şehrin tam ortasında, şehrin aşağı bölgesini, daha yukarıda olan başka bir bölgesiyle bağlamak için bir asansör bile yapılmış. Santa Justa Asansörü’nü, bu amaçlar kullanabilir ya da yalnızca seyir terasına çıkabilirsiniz. Seyir terası için 1,5€, normal kullanım için de 4€ vermeniz gerekiyordu sanırım. Biz oradayken etrafına tadilat amaçlı branda gerildiği için manzarası kapanıyordu o nedenle binmedik.
Alfama Bölgesi
Merkez diye bahsettiğim lokasyonun biraz dışında kalan bu bölge, yine oldukça dar sokaklar ve yokuşlardan oluşan, şirin ve nostaljik bir bölge diyebiliriz. Nehir kenarından, Sao Jorge Kalesi’ne kadar uzanan bir bölge. Bairro Alto bölgesinden, gücünüz yeterse yürüyerek ya da meşhur Tram 28 ile bu bölgeye ulaşabilirsiniz.
Sao Jorge Castle (Lisbon Kalesi)
Alfama Bölgesi’nde bulunan bu kale, şehrin en yüksek noktası sayılabilir. Kalenin çevresi bile oldukça yüksek bir tepe üzerinde. Manzarası çok övüldüğü için buraya gittik. Kaleye giriş ücretli. Kale etrafında, yine ücretli olarak girilebilen büyük sayılabilecek bir park ve müze bulunuyor. Sırf manzara için bu bölgeye geldiyseniz kalenin hemen alt tarafında, Lisbon Katedrali’nin arkasında bulunan seyir terasına gidebilirsiniz. Hem panaromik bir manzara elde edebilir, hem de buralarda bulunan kafelerde kahvenizi yudumlayabilirsiniz.
Alfama Bölgesi’nde bulunan bu kale, şehrin en yüksek noktası sayılabilir. Kalenin çevresi bile oldukça yüksek bir tepe üzerinde. Manzarası çok övüldüğü için buraya gittik. Kaleye giriş ücretli. Kale etrafında, yine ücretli olarak girilebilen büyük sayılabilecek bir park ve müze bulunuyor. Sırf manzara için bu bölgeye geldiyseniz kalenin hemen alt tarafında, Lisbon Katedrali’nin arkasında bulunan seyir terasına gidebilirsiniz. Hem panaromik bir manzara elde edebilir, hem de buralarda bulunan kafelerde kahvenizi yudumlayabilirsiniz.
Lisbon Katedrali (Se De Lisboa)
Alfama Bölgesi’nde bulunuyor. Açıkçası Tram 28’in güzergahı üzerinde bulunduğu için ve “Adettendir, madem bir Avrupa şehrini geziyoruz, Katedralsiz olmaz” mentalitesiyle buraya gittik. Katedral, sahip olduğu iki kulesiyle Paris’teki Notre Dame’ın birebir kopyası diyebilirim. Giriş ücretsiz. Akşam buranın ışıklandırması çok güzel diyorlar. Biz gitmedik fakat gidip görülebilir. İçerisi, heybetli sayılabilir. Ortalamanın üstü bir büyüklüğe sahip. 1100'lü yıllardan kalma bu katedrali, zamanınız olursa gidip görülebilir diyebilirim.
Belem Bölgesi
Bu bölge, Lizbon’un okyanusa açıldığı bölge. Şehrin genel olarak merkezi sayılabilecek diğer bölgelerden biraz daha uzakta. 15 numaralı tramvayı ya da tren kullanarak merkezden buraya ulaşabilirsiniz. Gündüzleri şehrin gezilecek önemli yerlerinden burası. Şehrin okyanusa açılan bu bölgesinde bol bol lüks yatlar ve yelkenliler görebilirsiniz.
Jeronimos Manastırı
Belem bölgesinde tramvaydan indikten sonra ilk karşınıza çıkacak yapı Jeronimos Manastırı olacak. 1500’lü yıllarda tamamlanan manastır, Rönesans dönemi havası taşıyor diyebilirim. Çok iyi dizayn edilmiş bir bahçesi bulunuyor. Manastırın büyüklüğü ve dışarıdan görünümü size hemen Louvre Müzesi’ni çağrıştıracaktır. Bu gezide çok fazla kapalı alan gezmek istemediğim için burayı pas geçtim. Merak edenler gezebilir, önemli bir nokta.
Keşifler Anıtı
Manastırın nehir tarafına doğru karşısında bulunan heybetli yapı, adını 1500’lü yıllarda yapılan keşiflerden ötürü edinmiş Keşifler Anıtı’dır. Nehrin hemen yanında bulunan, dar yüksek ve bir yelkeni andıran bu yapı, 1900’lü yıllarda yapılmış. Yapının üzerinde bulunan heykellerin arasında Vasca da Gama, Magellan gibi ünlü kaşifler de bulunmaktadır. 4€ ödeyerek bu yapının tepesine çıkabilir, Lizbon’u ve Tejo Nehri’ni bir de tepeden görebilirsiniz. Yine buradan, Golden Gate çakması görünümündeki 25 Nisan köprüsünü ve hemen karşı yakadaki büyük İsa Heykeli’ni de görebilirsiniz.
Belem Kulesi
Keşifler Anıtı’nın biraz ilerisinde görülebilecek bu yapı 16. yüzyılda savunma amaçlı olarak yapılmış. Okyanus tarafından şehre giriş noktasında bulunduğu için ayrı bir stratejik değeri vardır ve UNESCO dünya mirasları arasındadır. İlk zamanlarında nehrin ortasında bulunan bu yapı, büyük deprem sonrası karaya yanaşmış. Bu yapı gerçekten görülmeye değer. Çok sıra olduğunu için biz içerisinde giremedik ama merak da etmiyorum değil.
Sintra Bölgesi
Bu bölge, Lizbon merkezinin kuzey batısında kalan, şatoları, doğası ve meşhur Cabo da Roca ile kesinlikle gidilmesi gereken bir lokasyon. Rossio metro istasyonunun hemen yanındaki Rossio tren istasyonundan 15€’luk kombine biletinizi alarak trenle 40 dakikada merkezden Sintra’ya ulaşmanız mümkün. Kombine bilet önemli çünkü dönüş treni ve daha da önemlisi o bölgedeki otobüsler, bu bilete dahil oluyor. Trenler zaten 15-20 dakikada bir kalkıyor. Bölge, oldukça dağlık ve yeşillik bir mekan, Karadeniz’i andırıyor. Kale ve şatolarıyla meşhur. Buralara farklı otobüsler ile gidilebiliyor. Hepsini gezmek biraz zaman alabiliyor.
Castelo dos Mouros
Sintra istasyonundan 434 numaralı otobüs ile buraya ulaşabilirsiniz. Biz gittiğimizde etrafta acayip bir sis vardı ve bu kaleye inanılmaz bir kasvet ve korku katmıştı. Sanıyorum biraz şanslı bi zamanımızdı. Kale, 8. yüzyıldan günümüze kadar gelmiş. Müslüman döneminden kalma. Sintra’yı tepeden gören bir yeri var. İki adet kulesinin ucunda tepeye çıkmak gerçekten cesaret istiyor. Sonrasında devasa bir boşluğa avazınız çıktığı kadar bağırabilirsiniz:) Buradan okyanusu ve Pena Palace’ı görmeniz mümkün. Kale bahçesi ise adeta Amazon ormanları diyebilirim. Gökyüzüne fışkırmış ağaçlar, her tarafı yosunla kaplı kayalar, değişik kuş cıvıltıları… Bence burayı görmeden geçmeyin.
Pena Palace
Mouros kalesinden sonra yürüyecek takatiniz kaldıysa Pena Sarayına yürüyerek, yoksa bir sonraki otobüsü bekleyerek gidebilirsiniz, mesafe çok kısa. Mouros Kalesi girişinde Pena Sarayı’nın girişinin de dahil olduğu kombine bileti 14€’ya alabiliyorsunuz. Pena Sarayı’nın çok geniş bir bahçesi var. Yukarıya Saraya doğru yürüyerek çıkabilir ya da 3€ karşılığında ring servislerine binebilirsiniz. Saray dışarıdan bakıldığında bir masaldan fırlamış gibi duruyor. Yuvarlar ve spiral hatlara sahip kubbeleri, renkli duvarları ile çok güzel bir görüntü sunuyor. Sarayın içerisinde, zamanında Sarayı kullanmış olan 2. Ferdinand ve ailesinin eşyaları ve odaları bulunuyor. Özellikle Ferdinand’ın konuklarını ağırladığı bir teras odası var ki, avizesi başlı başına bir şaheser; görmeden gelmeyin. Saray, oldukça tepede olduğu için zorlu çıkışınız sonrasında güzel bir manzara ile ödüllendiriliyorsunuz. Kafeteryası da ucuz ve güzel bir manzarası var aklınızda olsun.
Cabo Da Roca
Gelelim Lizbon gezisinin benim açımdan olmazsa olmazına. Avrupa kıtasının en batı ucu olan Cabo Da Roca’ya, Sintra merkez istasyonundan 403 numaralı Cascais otobüsü ile ulaşabiliyorsunuz. Çılgın otobüs şoförlerinin kullandığı araçlarda, daracık Portekiz yollarında yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuk sonrası dünyanın sonuna ulaşıyoruz. Değinmeden geçemeyeceğim, Cabo Da Roca’ya gelmeden hemen önce içinden geçtiğimiz bir köy vardı ki, orada inip haftalar boyu vakit geçirmek istiyor insan. “A Good Year” filmindeki evi ve mekanları çağrıştırıyor herşey. Neyse, burayı geçip, Avrupa kıtasının en batı noktası olan uçurum ve fenerden oluşan bölgeye geliyoruz. Yaklaşık 100 metre yükseklikteki falezleri döven okyanus dalgaları insanı gerçekten korkutuyor. Falezlere yaklaştığınızda, anında çok yüksek desibellerde dalga seslerini duyabilirsiniz. Bu bölge, insanoğluna kendisini çok çaresiz ve küçük hissettiren bölgelerden. Yemyeşil bir coğrafya içerisinde yapayalnız bir deniz feneri ve Avrupa kıtasının Atlantik öncesi son durağı. Burayı görmeden Lizbon’u gezmiş sayılmazsınız. Ayrıca oraya kadar gitmişken 11€’ya orada bulunduğunuza dair bir sertifika alabilir ya da posta ofisinden, dünyanın herhangi bir noktasına mektup gönderebilirsiniz.
Cascais Bölgesi
Genelde, Lizbon -> Sintra -> Cabo da Roca -> Cascais -> Lizbon şeklinde tercih edilen güzergahın son noktası Cascais oluyor. Burası, Sintra’nın güneyinde, Lizbon’un batısında kalan, fazlasıyla Bodrum havasına sahip bir sahil bölgesi. Cabo da Roca’dan 403 numaralı otobüsle 15 dakikada buraya varabilirsiniz. Yine okyanusa kıyısı olan bu bölgede, bir çok sahil bulunmakta. Lizbon halkının okyanusa girebileceği en yakın bölge sanıyorum burası. Etrafta bulunan geniş kumsalları, okyanusa olan kıyısı, sörfçüleri, yelkencileri ile biraz Los Angeles’ı da andırıyor. Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarında yürümek, upuzun kumsalında köpekleriyle oynayan, bisikletlerine binen insanları izlemek oldukça keyifli. Gece saat 1’e kadar buradan Lizbon’a tren bulunuyor. Yolculuk yaklaşık 30 dakika sürüyor ve yeşil metro hattının son durağında sona eriyor. Paragraf başında bahsettiğim yolculuk dolu dolu 1 gününüzü alıyor haberiniz olsun.
Lizbon’la ilgili olarak gezilecek dışında bilmeniz gereken, önemli bir kaç detaya da aşağıda değindim.
Ulaşım
Şehirde ulaşım genel olarak rahat denilebilir. Tramvay, otobüs, metro ve taksi opsiyonlarınız var. Örneğin bazı şehirlerde bunların hepsi olmasına rağmen en mantıklısı metrodur; Lizbon’da böyle bir durum yok. Her türlü toplu taşıma aracı aynı sıklıkta kullanılıyor. Eğer oteliniz Baixa XXXX bölgesine yakınsa, uzak bölgelere gitme durumunu dışında toplu taşıma kullanmanıza gerek bile olmayacak. Lizbon lokasyonlar arası mesafeleri kısa olan şehirlerden. Yokuşlarını dert etmezseniz rahat rahat yürüyebilirsiniz (Dert edin!). Taksilere ucuz diyorlar fakat tek sefer kullanmak zorunda kalmama rağmen bana çok ucuz gelmedi. Sanıyorum taksicinin bizi dolandırmasından da kaynaklı bir durum vardı fakat yaklaşık 4km’lik bir mesafeye 13€ verdik. Havaalanı’ndan şehre taksi ve metro hattını kullanarak gidilebilir. Şehirde 4 adet metro hattı var ve sık sayılabilecek sayıda duraklar arası aktarma noktası var. Unutulmaması gereken bir nokta, metroya girişte kullandığınız kartı çıkışta da okutmalısınız, yoksa dışarı çıkamıyorsunuz. Bu nedenle kartınızı saklamanız lazım. Tramvay, metro ve otobüs için tek binişlik kart 1.4€. Bunun için bir de tek seferlik kart satın almanız lazım (0.5€). Şehrin ulaşım firması Carris, bu 3 toplu taşımayı da yöneten firma ve günlük biniş kartı gibi bir nimetleri var. 6€ karşılığında edinebileceğiniz bu kart ile metro, tramvay ve otobüslere 24 saat boyunca ücretsiz binebiliyorsunuz. Bahsettiğim bu ulaşım opsiyonlarının olmadığı noktada, yine şehir merkezinden rahatlıkla binebileceğiniz trenler devreye giriyor. Şehrin biraz dışına çıkmak için tren opsiyonunu kullanabilirsiniz.
Yemek
Bir çok Avrupa şehri gibi Lizbon da yemek konusunda başarılı noktalardan. Okayanus kıyısında olduğunu düşünürsek ana konsept tahmin edeceğiniz üzere deniz ürünleri. Çeşit çeşit, tap taze balık ve bilimum abuk subuk deniz canlısını bulabilirsiniz burada. En meşhurları ise Codfish (Morina Balığı) ve Sardinhas (Sardalya). Morina balığında ızgara ve kızartma opsiyonlarınız var. Ben kızartılmış olanından yedim. Tadı güzel. Beni tek rahatsız eden ise daha önce alışık olmadığım lastik kıvamında bir eti var balığın. Menülerde Sardinhas olarak görebileceğiniz ızgara Sardalya da Lizbon'un meşhur yemeklerinden. Ben oradayken ne yazık ki mevsimi olmadığı için tadamadım ama imkanınız olursa yiyiniz efendim, Haziran ayı civarı başlıyormuş sezonu. Şehrin bir diğer meşhur yiyeceği ise Nata. Bu tatlının, şehrin en meşhur pastanesi olan Pasteis de Belem’den çıkma olduğu söyleniyor. Tatlı bir milföy hamuru üzerine yarı kremalı, yarı soslu bir eklemesi olan küçük bir tatlı. Tanesini 1€ civarına alabilirsiniz. İsteğe göre pudra şekeri ya da tarçınla yeniliyor. İlkini çok beğendim fakat ikinciden sonra fazla tatlı gelebilir. Lizbon’da şarap kültürü ne durumda emin değilim ama her türlü Portekiz’desiniz zaten. Buralara kadar gelmişken bir yerlerde Porto şarabı deneyin kesinlikle. Bu arada gideceğiniz restoranlarda dikkat etmeniz gereken bir husus ise, siz siparişinizi verir vermez masaya gelen türlü aperatifler. Bunların tamamı ücretli arkadaşlar, o yüzden Türkiye’de yaptığınız gibi yumulmayın. Zorla önünüze koyabilirler, kibarca geri gönderebilirsiniz.
Yemek İçin Mekanlar
Özellikle yemek için, eğer ki deniz ürünü seviyorsanız, opsiyonunuz çok fazla. Ben gittiğim bir kaç yerden bahsedeyim. Tripadvisor’da önerilen bir kaç yere gittiğimizde Pazar günü kapalı olduğunu öğrendik. Sonrasında ara sokakların birisinde mecburi olarak, görüntüsü ve servisi iyi olmayan bir restorana oturduk. Tipine, servisine falan bakmayın arkadaşlar, Adega da Mo adlı bu yerde, son yıllarda yediğim en başarılı çupra ve somonu yedim. Lezzet olarak şahaneydi, buraya gidebilirsiniz. Fakat bazı şehirlerin olmazsa olmaz bazı yemek lokasyonları vardır. İşte Lizbon için burası Restaurante Cabaças’dır. Konsept özetle şu şekilde; istediğiniz bir et çeşidi, istediğiniz bir formatta önünüze pişmemiş bir şekilde getiriliyor. Siz bu eti, tepsinizin içerisinde bulunan, ateşte ısıtılıp önünüze getirilmiş granitin üzerinde kendiniz pişiriyorsunuz. Hem etler çok lezzetli, hem de fikir çok orijinal. 9€’ya gelen bu porsiyonlar oldukça doyurucu. İçerisi çok küçük bu nedenle sıra beklememek için 19:30 civarı gitmelisiniz. Buraya gitmeden Lizbon’dan dönmeyin kesinlikle. Başka bir orijinal mekan da Cafe a Brasileira. Burası da oldukça meşhur, cafe-bar tadında bir mekan. 1900 civarından kalma ve bu bölgeye orijinal Brezilya kahvesini getiren mekan olarak bilinen ve sizi geçmişe götüren bir iç tasarımı olan bir yer.
Tram 28
Lizbon’da yapılacak aktiviteleri arattığınızda karşınıza kesinlikle çıkacaktır Tram 28. Bu Tram 28 dediğimiz şey, halen faal olarak çalışan tarihi 28 numaralı tramvay efendim. Güzergahı çok merkezi ve Lizbon’un meşhur yokuşlarından ötürü yürüyerek rahatça gezemeyeceğiniz daracık Lizbon sokaklarını, yürüme hızında gezdiriyor size. Tarihçesini net olarak bilemiyorum fakat trenler çoook eski. Tahtadan, ve tam bir nostaljik havası var. O kadar eski ki bizim bindiğimiz trende, makinist bayan aşağıya inip elinde levye ile rayların yönünü değiştirdi ve yola o şekilde devam ettik o derece :) Lizbon’a gidiyorsanız, günlük ulaşım kartına da dahil olan Tram 28’e binmeden dönmeyin. Olmazsa olmaz listesinin en tepelerinde bence.
Oceanario
Bir çok turistik şehrin olmazsa olmazı olan akvaryum olayı Lizbon’da da var. Bir kaç tanesine gitmişliğim var. Bir çok değişik canlı da gördüm ama burası beni şimdiye kadar en çok etkileyenlerdendi. Akvaryumun için Atlantik, Pasifik, Antartika gibi bölgelere ayrılmış ve her bölgede, oraya ait deniz canlıları barındırıyor. Camsız, açık bölümler var. Penguenler sadece 1 metre uzağınızda kalıyor:) Hayatımda daha önce canlı olarak görmediğim su samurunu bile gördüm (Bu arada efsane şirin bir hayvan kendisi. Suda sırtüstü durup iki eliyle bişeyler yiyen bir tip). Fakat en efsanesi, 4 tarafı gezinti bölgesine doğru girinti yapan, 2 kattan daha yüksek boyutlu dev akvaryum. En alt kısmında, ayağınızın dibine kadar geliyor ve sizi sarmalayan yapısıyla kendinizi okyanusun derinliklerinde hissediyorsunuz. İçerisinde bir dolu, iri boyutta balık bulunuyor fakat o balıkların arasında kalma hissi çok daha etkileyici.Burası herşeye rağmen Lizbon için bir elzem değil fakat ilk boş vaktinizde 1-2 saatinizi çok güzel bir şekilde değerlendirebilirsiniz burada. Ayrıca Oceanario’nun etrafındaki bölge, Lizbon merkezindeki tarihi görüntüden uzak, daha elit ve modern yapılardan oluşuyor. Ben binmedim fakat ilgilenenler için: Lizbon’un meşhur teleferiği de burada bulunuyor. Bölgeye metronun kırmızı hattında bulunan Oriente durağında inerek ulaşabilirsiniz. Giriş 14€. Biraz pahalı gelebilir fakat Lizbon’daki aktiviteler genel olarak ucuz zaten o nedenle burası size hiç dokunmayacak.
Son Notlar
Lizbon denilince akla ilk gelenlerden bir tanesi de kadınların, eskiden denize açılan ve geri dönmeyen eşleri için yaktıkları ağıt olan Fado’dur. Ben bir türlü denk getirip gidemedim fakat imkanınız olursa deneyin. Burası diğer Avrupa şehirleriyle kıyasladığım zaman oldukça ucuz bir şehir. Hem ulaşım hem de yeme içme olarak. İnsanları ise oldukça çeşitli. Hemen hemen her ırktan insan görmek mümkün. Konuşulan dil olan Portekizce, enteresan bir şekilde kulağıma Almanca - Rusça karışımı bir dil gibi geldi. Bilemiyorum belki de o insanlar Alman ya da Rustu, dediğim gibi insanlar çok çeşitli. Tahminimce Lizbon’un havası Nisan-Mayıs ayları civarında en iyi dönemini yaşıyor. Şehir genel olarak ılık, insanları sıcak, station wagon arabaları fazla, kendinizi rahat hissedebileceğiniz özellikleriyle gidilmesi gereken şehirler listesinde üst sıralara konması gereken güzellikte...( Lisbon, Portekiz, Cabo da Roca, Belem, Sintra, okyanus, keşif, tatil )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder